Yine Bir Engelliler Haftası Daha

Her yıl aynı sahne tekrar ediyor. Afişler hazırlanıyor, sosyal medya paylaşımları artıyor, “farkındalık” cümleleri dört bir yana saçılıyor. Ama engelliler için hayat, o bir haftayla sınırlı değil. Yüzde 85 görme engelli, az gören bir birey olarak yıllardır içime sinmeyen Engelliler Haftası üzerine düşüncelerimi bu yazıda paylaşmak istedim. 4 dk


49
58 Paylaşım, 49 Beğeni

Yüzde 85 görme engelli, az gören birisi olarak; uzun yıllardır takip ettiğim fakat bir türlü içime sinmeyen Engelliler Günü ve Engelliler Haftası ile ilgili duygularımı kaleme almak istedim. Yazımı kaleme almaya başladığımda, başlığı “Yine Bir Engelliler Haftası Daha” şeklinde attım. Bu başlıkla, yıllardır içime sinmeyen bu haftaya dair hissettiklerimi daha yazımın başında anlatmaya çalıştım.

Bir haftalığına hatırlanmak ister misin?

Düşünsene… Sadece doğum günü gibi özel günlerde sevildiğini hissetsen. Yılda bir kez sana özel sözler söylense, bir günlüğüne herkes etrafında pervane olsa… Sonra ertesi sabah uyandığında her şey normale dönse, kimse seni duymasa, görmese, anlamasa.

İşte engelli bireylerin yaşadığı tam olarak bu. Her yıl 3 Aralık ve 10-16 Mayıs arasında birden engelliler hatırlanıyor. Sosyal medyada çarpıcı paylaşımlar, rengârenk afişler, “farkındalık” videoları… “Engelliler bizim canımız”, “Sevgi her engeli aşar” gibi kulağa hoş gelen ama artık etkisini yitirmiş klişeler dört bir yana yayılıyor.

Peki ya sonra?

Fotoğraflar siliniyor. Etkinlikler sona eriyor. Konuşmalar unutuluyor. Ve engelli bireyler yeniden gündem dışı kalıyor. Sokak yine dar, kaldırım yine yüksek, toplu taşıma yine ulaşılmaz. İş ilanlarında görünmeyen ama hissedilen o cümle yine orada: “Sen bize uygun değilsin.”

Ama bilmeni isterim ki engelliler, sadece bir haftalığına ilgi istemiyor. Göstermelik etkinlikler değil, günlük yaşamın içinde eşit yurttaşlık hakkı istiyor. Gerçekten yaşanabilir bir hayat. Yani erişilebilir sokaklar, kapsayıcı eğitim sistemleri, istihdamda fırsat eşitliği. Herkesin sahip olduğu kadar, ne bir eksik ne bir fazla.

Seninle biraz dertleşmek istiyorum.

Engelli olmak, toplumda çoğu zaman acınacak bir şeymiş gibi görülüyor. Oysa engelliler acınmak değil, anlaşılmak istiyor. Yardım değil, hak. Lütuf değil, adalet.

Çünkü engellik, tekerlekli sandalye değil. Görme kaybı ya da işitme sorunu değil. Asıl engel; tasarlanmamış şehirler, önyargılı zihinler ve sessiz kalan çoğunluk.

“Engellilik, Bir Hastalık Değildir. Bireyin, İnsanlık Durumudur.”

Bak, sana çok basit ama çok şey anlatan bir örnek vereyim:

Bir vatandaşın kamu kurumunda bir işi varsa, gider, kapıdan içeri girer, numarasını alır, memurun masasına ulaşır ve işini yüz yüze çözer. Bu, kimseye ayrıcalıklı bir hizmet gibi gelmez, çünkü zaten olması gereken budur. İşte engelliler de tam olarak bunu istiyor. Tekerlekli sandalyeye sahip bir birey de aynı şekilde, hiçbir engele takılmadan kamu binasına girebilmeli, masasındaki memura ulaşabilmeli ve işini doğrudan, eşit biçimde çözebilmelidir. Keza görme, işitme ya da zihinsel engeli olan bireyler için de uygun düzenlemeler yapılmalı, herkesin kendi ihtiyaçları doğrultusunda hizmete erişmesi sağlanmalıdır.

Bir memurun kamu kurumunun bahçesine inerek engelli bireyin işini “orada” çözmeye çalışması iyi niyetli bir jest gibi görülebilir ama bu yaklaşım bizatihi sorunun kendisidir. Çünkü o an, orada çözüm değil, eşitsizlik yaşanıyordur. Engellinin kamu binasına rahatça girip diğer herkes gibi masasındaki görevliye ulaşabilmesi sağlanmadığı sürece, o sistem gerçekten erişilebilir değildir.

Şimdi sana şunu sormak istiyorum: Gerçek dayanışma nedir sence?

Bir günlüğüne paylaştığın güzel bir söz mü, yoksa yıl boyunca attığın küçük ama anlamlı adımlar mı? Benim cevabım net: Gerçek dayanışma; törenlerde değil, hayatın içinde olur. Asansörü çalışan bir bina, rampası olan bir okul, herkese açık bir iş ilanı, bir bastonun rahatça ilerleyebildiği bir kaldırım… İşte gerçek farkındalık oradadır.

Bu nedenle yerel yönetimlerden merkezi idareye, sivil toplum kuruluşlarından bireylere kadar hepimize düşen görev çok açık: Artık sözle değil, eylemle konuşmalıyız. Süslenmiş cümlelerle değil, somut adımlarla yol almalıyız.

Çünkü eşitlik bir ayrıcalık değil. Erişilebilirlik bir jest değil. Bunlar engellilerin hakkı. Bu hakları tanımak, vermek ya da lütfetmek kimsenin insafına kalmamalı. Çünkü bu bir lütuf değil, bir sorumluluk. Hem hukuki hem vicdani bir sorumluluk.

Ve unutma…
Engellilik bir azınlık meselesi değil. Günün birinde senin, sevdiklerinin ya da hiç tanımadığın birinin de o “azınlığın” parçası olabileceğini düşün. Bu, sadece bir kesimin değil, hepimizin insanlık sınavı. Ve o sınav, her sabah yeniden başlıyor.

Ve işte burada, hepimize düşen en önemli görev: Sesimizi sadece bir haftalığına değil, her gün duyurmak. Engelli bireylerin hayatındaki zorlukları sadece bu haftalarda hatırlamak, onlara duyduğumuz “sevgiyi” bir anlık göstermekten öteye gitmiyor. Gerçek eşitlik, ayrımcılığın olmadığı, engellilerin toplumun her alanında hak ettiği yerini bulduğu bir dünyada mümkündür. Bunu sağlamak için yalnızca büyük adımlar atmamıza gerek yok; küçük ama anlamlı değişikliklerle, her birimiz kendi çevremizde fark yaratabiliriz. Engellilik sadece bir azınlık meselesi değil, bir gün hepimizin karşılaşabileceği bir durum olabilir. Bugün atacağımız adımlar, yarının eşit dünyasını inşa edecektir.


Sizin Tepkiniz Nedir?

Kızgın Kızgın
0
Kızgın
Komik Komik
0
Komik
Beğen Beğen
0
Beğen
İlginç İlginç
0
İlginç
Bilgilendirici Bilgilendirici
0
Bilgilendirici
Beğenmedim Beğenmedim
0
Beğenmedim
Üzücü Üzücü
0
Üzücü
Yusuf TOKMUÇ
Sürekli araştırmayı ve öğrenmeyi misyon, gelişmeyi ve değişimi ise vizyon edinmiş birisiyim. Blogumda engelli ve yakınları başta olmak üzere ilgi duyduğum alanlarda tüm herkesi kapsayacak şekilde içerik üretmeye çalışıyorum. Bildiklerimi ve tecrübelerimi aktarıyorum.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir